Ana içeriğe atla

reklam?trend?

son zamanlarda Lürzer's den iyice sıkılmaya başladım...

bir üstad ile konuşuyoruz:

diyor ki, " avrupadan çakılan türko'luk tarihimizin reklamı ise, ne oldu kurukahveci mehmet efendi, ne oldu moulain rouge posterleri? hani misyonerlik? hani faydacılık?"

"tamam, türk bayrağı girdi o 5mm*2mm ülke ikonlarının arasına..."

"ama fatoşta yakılmış (burn diyor kendisi)
fotografta s...çıp iki art direktörü uykusuz tutmuş,
metin yazarının değil, sokaktan çalınmış lafın direkt çakıldığı,

nerede, hangi strateji (para odaksız) ile, kime ne fayda sağlayacağı düşünülmemiş

o reklam?

"


yok.


kurduğum hayal ise şu:


güven borçam'a bakalım: bu topraklardan dünya markası çıkar mı? eğer dünya bizim kadar küçükse,
Marka'da ( o ayrı yazılan 'da' değil ) adım atamadığımızın ispatı, işediğimiz tuvalete içtiğimiz suyun katkısı kadar.

bir de genel gidişat'a bakalım:

vay canına,
bu ne prodüksiyon,
illustratör ne almıştır ha,
ne manyak eğlenmişlerdir bu işte,
medyaplancı ağlamıştır herhalde
dediğimiz işlerin çoğu:

MÜŞ
TE

O
DAK
LI.

müşteri ne odaklı?
siz neye çekerseniz mi?
siz ne isterseniz mi?

nereye kafamı vurayım bilemiyorum, krımızı ödülleri gecesi geliyor gözümün önüne...


MÜŞ
TE

NE
YE
O
DAK
LI?


ya da

sen ne istersin bilader?



elimde archive'ın (ark_h_hay_vf) ((hani lürzerinki)) (ve hatta FRAME duruyo yanıda) ((hani türk baskısı olan)) 7 sene evvelki bir sayısı var:

rötuşlar yine dibe vurmuş

ama arada yazı ağırlıklı vurgular görüyorum, mıgırca konuşayım, ben lorem ipsum değlim diye çoğumuzun gözünü kaçırdığı o beyaz üstüne 85 tramlı siyah kısa yazılardan:

(ilan üstü tipografi diye anlayanlar var ise lütfen en yakın kütüphane'ye kafanıza kusmasını tembihleyiniz)

öyle cümleler geçiyor ki, googel (sen bi git goo da öyle gel o google eye'ların ile) yetmiyor, baktıkça bakıyorum:

"... to redefine the trend of advertising, is actually looking at what advertisers do, what product can not, and what consumer just won't care..."

(içim titriyor, deminki photoshark(!) dökümanımı kapıyor, metin yazarıma dur yazma artık diyorum... bu arada özetlediğim cümle öbeği... yanında duran lürzer's (o3'2009) da ise, çılgınlar gibi HDR fotograflar, araba ilanı ile medikal ilan aynı görsel tad'da, bir tek illustrasyonlar takılıyor gözüme, ama zırnık rasyonel borusu ötmeyen, vizyon eksiği bir edition).


nedendir bilinmez,

türklükten
reklamdan
osmanlılıktan
or'dan bur'dan girilir

ama ne cem collection logosu hatırlanır,
ne arcadium alışveriş merkezi
ne cevahir ne kanyon

ne karpat polat ve strong coffe leri ne de kısa pepsiye uzun kamış basın ilanları BBDO'nun.


misyonerlik, derenin öteki tarafında...


sahi
kimindi?
bugün ankarada sincan'a da gitsem içebileceğim,
tarlabaşından cihangire yürürken korkmadan sorabileceğim
o
kurukahvecei mehmet efendi

logosu?

kimindi o
moulain rouge posterleri?

kaygıları ne idi?
neye kızdım şimdi olur olmadık yapılamayan mesleğe istinaden?


saygılar
yanına da bir kepçe creative director's soup...

and yet

soup is good food.

hadi gelin

nö der's arşivimsi bi

gibi
bi
ne olur geri dönme fikrim

hareketi
tekrardan
canlansın.
aksi takdirde, ofisimin tüm archive üyeliğini senelik olarka, grafikerlere, art'lara, yazarla'a, müştemlere ayırmay razıyım, aylık gideri 25.000 tl olan ofislerimde.


ama gönlüm kaıyo, ah ulan, şu sayfaya giren ilan,

oradan beğenildiği için değil
burada faydalı olduğu için girse oralara

diye...

tamam sustum...

istanbul'dan bildirim...
hepinize KOLAJ gelsin.

cevaplar: İhap Hulusi Bey, Lautrec, antrepo, innobiz, biraz aramadan kurcalamayın noluri ya da bu yazıyı topyekun okumazdan gelin, eğer archive'e link, frame2in kapağı, Novum'un ahşap baskısı filan gibi şeyler arıyor iseniz de, hala gözlerinizi yormaktasınız, keza, yazının tek reklamı; içeriğidir.

iyi sabahlamalar size de...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

iki yıldır hep bir yanım eksik...

Eskiden yakardım bir tane sigarayı, üfleye üfleye atardım stresi üzerimden, hep dertleşirdim sigaramla. Ateşiyle, dumanıyla keyfiyle, zehiriyle birlikte olmak çok güzeldi. Çok iyi arkadaşımdı hiç sır vermezdi, ondan başka dertlendiğimde olmazdı zaten. Yok Abi sen 30 küsür sene sigara içtikten sonra ondan ayırlmaya kalk, bünye izin vermiyor bu ayrılığa. Susarken, konuşurken, gülerken, kızarken birlikte hareket etmişiz yıllarca 10 cm'lik ucu beyaz filtresi sarı aşkımla. Tütün kokmam, ciğerlerimin dumanla dolu olması tecrit odalarındaki yalnızlığımın insan ilişkilerindeki verdiği zararı asla vermedi bana. Sigaramla yakın zamanda barışmayı düşünüyorum, paketimin içine bir sürü sıkıntılarımı boşaltacağım sonra kapatıp çöpe atacağım geçen yıllardaki gibi. Sonra bir sigara yakıp üfleye üfleye atacağım ne varsa üzerimden.

Yağmurdan köpükler...

Yağmur yağmıyor da sanki caddeler, yollar canlanıp akıyor ayaklarımızın altından... Susuz geçmez gemiler misali, biz de mi kaptırsak kendimizi şehrin köpüklerine. Ankara'nın suyunu bulup çıkaramadılar da sıra "kesintilere" geldi. Çıkardınız ya suyunu daha ne istersiniz, grisiyle gözünüzü boyamayan Ankara'dan. Ben Ankara'yı seviyorum arkadaşlar. Yağmuruyla, grisiyle, altımızdan girip üstümüze çıkan yollarıyla... Ben Ankara'yı seviyorum... Hepinizi seviyorum yahu, var mı ötesi.

:(

Kırık bir kalbe karşı söylenebilecek tüm klişe sözlerin ne kadar havadan şeyler olduğunu ancak yaşayanlar bilir.. hafta ortası için mükemmel bir klip yolluyorum size, fikir muhteşem, şarkı muhteşem, bir de arada geçen o garip konuşmalar.. seveceğinizi umuyorum... tanıdığım, tanımadığım tüm mandalina ekibine sevgiler.. Gnarls Barkley - Who's Gonna Save My Soul from Chris Milk on Vimeo .